6 Aralık 2010 Pazartesi

"Şu benim milliyetçilik..."




Ha düzelir ha düzelir diye bekleyerek yıllar geçti.
Hele bu son iki ay canımıza cila verdi.
Söze başlıyorsuz,elektirik kesiliyor...
Çayınıza şeker atıyorsunuz,elektirik kesiliyor...
Sabunlusunuz,elektirik kesiliyor...
Çorbaya kaşık,elektirik kesiliyor...
Abdest alıyorsunuz...Zırt,elektirik...

Çamaşırlar bekliyor...
Balıkları,sebzeleri attık
Buzdolabımız tertemiz...
Telvizyonu izleyemiyoruz...
Başbakan bu gün ne yaptı..?
Bakanlar yüzme biliyor mu..?
Meclis başkanı gölü yürüyerek mi geçtii..?
Hani "Ödediğimiz her kuruş vergi,
YOL ,SU,ELEKTİRİK olarak geri dönecek"ti...
Her tarafımız "SU" oldu...
YILLARDIR...
Yol ve elektrik bekliyoruz...(21.YY.)
Edison 17. Asır da icadetti...
Biz hala kullanmasını öğrenemedik.

Sezon sonunda
Elektrik şirketi birkaç görevli gönderdi....
"Elektirik çalıp çalmadığımızı"kontrol ettiriyor...
Hani ganigani(doyasıya)elektirik verdi de...,
kim ne kadar çalıyor diye kontrol de...
Hani İncilli Çavuşa sormuşlar"Nerden bilirsin..."Diye
"Kendimden bilirim..."Demiş
*****
Lokantacılar Dernek Başkanımız Hüseyin Çakmak
Bir sohbet sırasında sıraladığım tenkitler üzerine
"Pekii abii milliyetçiliğin nerde kaldı..?"Diye bir soru yöneltti...
Cevaplayamadım.Yeri değil di.Geçte olsa şimdi cevaplıyorum.
*****
Vaktiyle Erikli de Bulgar Vatandaşı,her işimize koşan
bir genç vardı.Yine elektrikler zırt,pırt kesiliyordu...
Bu nedenle Çin Malı Şarjlı lambalar, el fenerleri,jenaratörler,
gaz lambaları,manyotolu el fenerleri revaçtaydı...Bugün de
elimizden düşmüyor...Bu gidişle daha çook şeyler satacaklar bize çook...

Şırak elektirikler kesildi...Hepimiz bildiğimiz tüm duaları
elektirik kurumu ve kurumda çalışanların ebebeyinlerini de
ihmal etmeyip,dahil etmek üzere seslendirirken...
Bulgar Çocuk(Yordanow)sözümüzü kesti.
"Abey...Kusura bakma bi şey soleycem..."
Diktik kulaklarımızı"Elektrik Sorununa"çözüm bulacak sandık...
"Söyle bakalım." Dedik.
"Abey kusura bakma.Sıız milliyetçısınız...Benım mıllıyed taa bellı dııl...
Ama Bulgar da bole dııl ep kesılacak, bı dafa kesılacak...
Oranın hanı var ya mudur,mudur...Başmudur....Bı taa yok mudur(!)
Yıkaacak b
ulaşik..."

İşte orada kaldı benim milliyetçilik.

3 Aralık 2010 Cuma

Dünya Engelliler Günü"Keşan"




1992 yılında Birleşmiş Milletler aldığı bir kararla, 3 Aralık gününü “Uluslararası Engelliler Günü” olarak ilan etti. Bu kararın ardından BM İnsan Hakları Komisyonu 5 Mart 1993 tarihli ve 1993/29 sayılı bildirisi ile üye ülkelerce 3 Aralık gününün “engellilerin topluma kazandırılması ve insan haklarının tam ve eşit ölçüde sağlanması” amacıyla tanınmasını istedi. Ve o günden beri, 3 Aralık “engelliler günü” olarak bilinmektedir.

*****

Siz hiç tekerlikli sandalyede oturup koşmayı denediniz mi?

Siz hiç gözlerinizi bağlayıp annenizi görmeyi denediniz mi?

Siz hiç kollarınızı bağlayıp birinin size yemek yedirmesini, su içirmesini beklediniz mi?

Siz hiç konuşmayıp şarkılar söylemek istediniz mi?

Siz hiç duymayıp kordon da martıların sesini dinlemek istediniz mi?

Siz zihinsel engelli yerine gerizekalı yada deli demeyi mi tercih ediyorsunuz?

Siz hiç engelli bir yakınınıza, arkadaşınıza baktınız, ilgilendiniz, ona yardımcı oldunuz mu?

Siz hiç küçük bir çocuğu tekerlikli sandalyesinden kucaklayarak alıp belediye otobüsüne bindiniz mi?

28 Kasım 2010 Pazar

‎"CAMİİ"




‎"CAMİİ"


İnternetten bir haber;
Selanik Belediye Başkanı
1955 yılına kadar Ata'mızın adıyla
anılan Selanik teki"Kemal Atatürk Sokağı"
na yine bu adın verilmesini,
Selanik'e Türk Anıtı dikeceğini
ilan ediyor.Yiannis Butaris,
Selanik'te cami için yer arıyor.
Keşan'da;Harb-i Umumi'den buyana
"Anafartalar" adıyla bilinen
şehit dedelerimizin ayak izlerini taşıyan
"Anafartalar Caddesi"kapı numarası
değiştiriliyormuşçasına değiştiriliyor...
Her türlü uygunsuzluğa kolayca
onay veren belediyemiz,Erikli Camii
yapımına onay vermemek için tam
üçyıl direndi...

***
Sonra CHP peçe açılımına gitti...
Keşan Belediyesi simit,mısır,kokoreç
açılımına...
Kılıçtaroğlu isteyerek mi
fıtık oldu sanıyorsunuz...
Elbirliğiyle fıtık ettiler adamı.

21 Kasım 2010 Pazar

*******

Keşan Kurtuluş Bayramı 19 Kasım 2010

Selamlar,

Her yıl 19 Kasım 2010 tarihinde Keşan'ın Kurtuluş Bayramı törenlerle kutlanır. Bu törenler sırasında artık klasikleşmiş öğrenci ve asker geçişleri dışında yörede bulunan Belediye, Esnaf Odaları ve Avcılar Derneği de resmi geçide katılırlar.

Esnaf Odaları meslekleri simgeleyen araçlarla tören alanından geçerek halka kendi ürünlerinden hediyelikler atarlar. (Örneğin Sebze ve Bakkallar Odası küçük paketler halinde meyve sebze atarlar.) Ayrıca Odalar meslekleri tanıtan küçük kareografiler hazırlarlar. (Örneğin Berberler Odası araçların üzerinde bir berber salonunu canlandırırlar.)

Bayramlar arasında en renkli ve halkın katılımına en açık olan bayramlardan biridir Kurtuluş Bayramı.

Biz de bu yıl, bisiklet grubumuzu tanıtmak ve insanları kasklı formalı bisiklet sürücülerine alıştırmak hem de katılmak isteyenlere bir hedef göstermek için Keşan Doğa Çevre ve Kültür Derneği -DOÇEK- Keşan Bisiklet Grubu olarak resmi geçit töreninde yer aldık.

Bu açıklamalardan sonra öykümüzün gelişmesi aşağıdaki şekilde oldu:


Sabah erken saatte Haluk'un işyerinde buluşuyor ve son kontrolleri yapıyoruz.



Hazır olan kapıdan dışarı çıkıyor.



Doğru tören alanına.



Ekibin önünde geçecek olan genç bisikletçimiz Faruk Eker arkadaşımızın oğlu İlkutay Eker'in son kontrolleri ailesi tarafından yapılıyor.



İlkutay tam teçhizat hazırlanmış durumda.



Ekip yavaş yavaş toplanıyor.



Eylem ve Simay



Heyecanla geçiş zamanını bekliyoruz.



Her yaştan katılımcı mevcut. Kızım Simay da heyecanla geçiş anını bekliyor.



Harun kamera çekiminde.



İlkutay'la sarılıyoruz. Bayram boyunca en büyük ilgiyi tüm sevimliliği ile küçük kardeşimiz İlkutay topluyor.



Askerler tören geçişi için yerlerini alıyorlar.



Keyfimiz yerinde...



Faruk flamamızı hazırlıyor.



Geri sayım başlıyor yavaş yavaş. Akalın Brothers'lar da tam kadro törendeler.



Genç bisikletçilerimiz: Haluk Akalın'ın kızı Burçin ve Simay...




Keyifler yerinde...



Garnizon Komutanı, Kaymakam ve Belediye Başkanı halkın bayramını kutluyor.



Bayram hatırası yapıyoruz baba-kız.



Herkes de bir heyecan. Harun da ailesiyle orada.



Son düzenlemeler yapılıyor.



Tören geçişine hazırız.



Bisiklet başına







Kısa bir bekleyiş anında geriye dönüp bu kareyi alıyorum. Ana yoldan tören alanına doğru giriyoruz, yol boyundaki herkesin alkışlar, tebrik ve teşvik edici sözleriyle birlikte...



Tören bandosunun ardından ilk geçen ekip biz oluyoruz.



Protokol önünden geçtikten sonra arka yoldan dönüyoruz.





Halka bisikleti tanıtmak, kask ve formanın turist anlamına gelmediğini ve bu sporun her yaştan insan tarafından yapılabileceğini göstermek için gerçekleştirdiğimiz bu tören geçişi keyifle ve neşe içinde bitiyor.

Sonradan kulağımıza gelenler ise hep övgü dolu sözler oluyor. Bayramda en çok bizim ekibin beğenildiği, çok farklı ve etkileyici bir geçiş yaptığımız, grup disiplini ve birlikte hareket etmemizin törene katılanlar tarafından ilgiyle izlendiği konuşulmuş.

Ardından hep birlikte sıkı bir orman parkuruna doğru pedal basıyoruz.

******




http://www.cekarabani.org/index.html

Yayayız. Üç beş kişi değil, milyonlarız. Bizi yok sayanlara, yaya geçidini, kaldırımı işgal edenlere “Çek arabanı!” diyoruz. Fazla söze gerek yok. Sözün zamanı değil. Bir gününüzü düşünün. İşe, eve, okula, çarşıya, metroya gideceksiniz. Yürüyorsunuz. Yürüyecek kaldırım buldunuz. O halde şanslısınız. Bir araba son sürat geçiyor. Yolda birikmiş suyu üzerinize sıçratıyor. Hakkıdır. Vatandaş çöpünü kaldırıma yığmış. Ne yapsın? Hakkı. Esnaf; tabelasını, tezgahını kaldırıma çıkarmış. Hakkı. Belediye; çöp tenekesini, elektrik direğini, reklam panosunu kaldırımın ortasına dikmiş. Size yürüyecek yol kalmamış. Olsun. Arabalar kaldırıma, yaya geçidine park etmiş. Demek yol kenarları yetmemiş. İşiniz ne? Siz yola inin. Kaldırımlar da arabaların hakkı. Bu önemli bir gündür. Umutlu bir başlangıç. Bizler, derdi olanlar, bir araya geldik. Omuz omuza verdik. Kaldırımları, yaya geçitlerini elimizden alanlara, hız yapıp hayatımızı tehlikeye atanlara, bizi yok sayanlara, “Çek arabanı!” diyoruz. Kaldırıma, yaya geçidine, apartman kapısına, okul çıkışına parkeden arabalarla derdi olan herkesi eyleme çağırıyoruz.

29 Temmuz 2010 Perşembe

15 Mart 2010 Pazartesi

"KOKOREÇ..."



Açıkta gıda maddesi satmayı yasaklayan kanunun
yöremizde uygulanış şekli...

Belediye görevlileri"Kokoreç'in kalitesini kontrol
ediyorlar..(!)
Sanırım...

Meydan bomboş...Keseler de öyle...

7 Mart 2010 Pazar

2 Mart 2010 Salı

....?


Son yılların en güzel sözü...



Türk insanı para gibidir;

ışığa tut,

İçinde

ATATÜRK yoksa

SAHTEDİR....

28 Şubat 2010 Pazar

"...Ha şunu bileydiniz..."


Galiba Müstahakız!


* Eğer bütün gazetelerimiz 8 sütun üzerine dev puntolarla "Hop dedik
Başbakan" diye haykıramıyorsa...


* Eğer "Bundan sonra sana her kim ki demokrat der, karşısında bizi
bulur" diye kükreyemiyorsak...
* Eğer hep birlikte "Bizim patronumuz okurumuzdur" diye yürüyüşe
geçemiyorsak...
* Eğer "Ne yapacaksın Başbakan? Maliye'ye ceza mı kestireceksin?"
diye posta koyamıyorsak...
* Eğer köşelerimizi boş bırakarak falan toplu eyleme geçemiyorsak...
* Eğer Başbakan'a manşetlerimizden "Özür dile" ya da "Sözünü geri al"
diye çağrıda bulunamıyorsak...
* Eğer "Söz söyleme hürriyeti bütün hürriyetlerin anasıdır"
diyemiyorsak...
* Eğer "Sen nasıl Avrupalı lidersin?" diyemiyorsak...
* Eğer şöyle ağzımızı doldurarak "Diktatör mü olmak istiyorsun?" diye
soramıyorsak...
* Eğer Başmüzakereci Egemen Bağış'ı "Ne diyorsun Başbakan'ın 'Kov şu
gazetecileri' çağrısı için..." diye bulduğumuz yerde
sıkıştıramıyorsak.
* * *
Eğer bunların hiçbirini yapamıyorsak...
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın tüm aşağılamalarına, horlamalarına, gözdağı
vermelerine, tehditlerine müstahak oluruz.
Manzaraya bakınca zillet içinde "Galiba müstahakız" diyorum, başka da
bir şey diyemiyorum.

(Ahmet Hakan - Hürriyet)

10 Şubat 2010 Çarşamba

"Meclis TV "


Naklen.


*

Tutanaklar şöyle...

*

Bihter: Yalancı herif!
Behlül: Utanmaz!
Adnan Bey: Ahlaksızsınız!
Matmazel: Sayın hatip, lütfen...
Firdevs Hanım: Densiz, alçak!
Bihter: Kes sesini be!
Behlül: Şerefsizsin!
Beşir: İftira atan şerefsizdir!
Behlül: Yüz karasısın sen!
Beşir: Gel ulan, gel!
(Yumruklaşmalar)
Uşak: Yuuuhhh...
Adnan Bey: El hareketi yapma lan!
Beşir: Elalemin karısını...
Peyker: Biiiip!
Nihal: Alçaklar, namussuzlar!
Matmazel: Benim odamı bastılar...
Şoför: Müfteri ilan ediyorum...
Firdevs Hanım: Senin sülaleni...
Aşçı kadın: Biiiip!
Memati: Beyler ayıp oluyor...
Beşir: Sen karışma lan!
Adnan Bey’in oğlu: Şerefsizler!
Behlül: Şerefsiz senin babandır!
(Adnan Bey’e kafa atıldı.)
Matmazel: 10 dakika ara veriyorum.

*

E olacağı buydu...

*

Meclis TV’den yayınlanan bu dizi, RTÜK tarafından Türk toplumunun manevi değerlerine aykırı bulundu.

*

Fezleke yazılıp Halid Ziya Uşaklıgil’in dokunulmazlığının kaldırılmasına... Adnan Bey’e zararının tazmini için, Peyker’le berdel yapılmasına... Behlül’le Bihter’i gizli gizli kameraya alan Beşir’in, Beşir Atalay tarafından Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na getirilmesine karar verildi.



(Hürriyet, 10 Şubat 2010 - Yılmaz ÖZDİL)

"Bana ulaşabilirsiniz..."



"ERİKLİ"

"*Startseite"

*0546 655 73 75*

wykoray@gmail.com

8 Şubat 2010 Pazartesi

"Unutulan Meslekler ve Değişen Kültürümüz"


KÜLHANBEYİ

İstanbul’da Külhanbeylerinin ilk barındıkları yer, fetihten sonra yapılan ilk hamam olan Gedik paşa Hamamıdır. Hamamı ısıtmak için ateş yakılan külhan kısmı birçok kimseyi barındırmaya elverişli idi. Yatacak yeri olmayanlar genellikle kış aylarında burada yatıp kalkarlardı. Bu yüzden bu kimselere Külhanbeyi denilirdi. Zamanla diğer hamamların külhanları da başıboş kişilere sığınak oldu.
Külhanbeylerinin kendilerine has argosu ve giyinişleri vardı. Eski niteliklerini kaybetmeye başlamışlardı. Külhanlarda yatma geleneği kalkmıştı. Eskiden külhanbeyleri kuşaklarını bellerine gelişigüzel dolar, başlarına sıfır numara fes, paçası bol geniş pantolon, ökçesi basık yemeni giyerlerdi.
19. yüzyılın sonlarına doğru külhanbeyi tabiri toplum içinde asalak olarak kendi başına yaşayan ve serserilik yapan ipsiz sapsız ve belirli bir nizama tabi olmayan kimseler için kullanılmaya başlamıştır. Bunlara kopuk da denilirdi. her birinin bir lakabı vardı. Ve bu lakaplarla çağırılırlardı. Bu lakaplar onları toplumdan farklı kılardı ve onların nazarında sarhoşluk, yalancılık, hırsızlık, sahtekarlık sıradan işlerdi. Külhanbeylerinin yapmakla övündükleri bazı şeyler vardı. Cakalı boyun kırmak, omuz vermek, dirsek çırpmak, çoluk çocuğa laf atmak, kadınlara sarkıntılık etmek, koç çarpıştırmak, kabara, kabara gezmek, bazen da dayak yemek onlar için marifet sayılıyordu. Birbirlerine, ‘imanım, eyvallah, yakarım, yandan gel’ gibi kalıplaşmış sözler söylerlerdi.

Külhanbeyleri son dönemlerde de hamamlarda faaliyet göstermekten geri durmadılar. Müşterilerin eşyalarını çalarlar, itiraz edeni döverler ve hamamdan kovarlardı. Bir kısmı evlerde, bir kısmı bekar odalarında ve bir kısmı da sabahçı kahvelerinde sabahlarlardı.
1908 yılında 2. Meşrutiyetin ilanından sonra külhanbeyleri iyice yoldan çıkmışlar, güvenlik güçleri bunlarla baş edemez duruma gelmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra toplumsal düzenlemeler gündeme gelmiş ve külhanbeyleri de 1940’lı yıllarda ortadan kalkmışlardır.

Daha sonraki yıllarda külhanbeyliği kabadayılık sıfatıyla birlikte anılmaya başlanmış, iki sözcük aynı manayı içermeye başlamıştır. Çünkü artık her ikisi de yozlaşmıştı. Kabadayılar da başlangıçta mahallenin namusunu, şerefini koruyan insanlardı. Ancak zamanla kirlenerek ve halkın namusuna göz diken insanlar haline gelmişlerdi.